19

On dokuz yıl önce bu sabah bir gazetede blog denilen şeyin varlığını öğrenip bu bloğumu açmıştım. Metehan 6 yaşında ana sınıfındaydı. Bilgehan henüz üç yaşını doldurmamıştı. Ben kendimden uzaklaşmışım gibi hissediyordum. Blog hem kendime hem de başka şehirdeki ailem ve arkadaşlarımla aramda köprü oldu. İlk yazılarım pek depresifti, zamanla kendimi çok deşmeye çalıştıkça ruhumdan uzaklaştığımı fark ettim. Karıştım, çözüldüm. Orta yaş krizimi burada atlattım, yalnızlığımı burada atlattım, yorgunluğumu burada atlattım. Çok güzel insanlar girdi hayatıma, onlarla sanki aynı mahallede yaşıyormuşum gibi hissettim. Kimileriyle yüz yüze de tanıştım ve bu buluşmalar kaldığımız yerden devam eder gibi oldu, zira bloglarımızda kendimizi saklamadan birbirimize göstermiştik zaten. Seneler içinde bloglar sessizleşti. Sekiz yüz takipçi gözüküyor ama dün sağdan saydık 14 kişi çıktık :D Olsun, o on dört kişi binlere bedel benim için. İyi ki varsınız. Buranın sakin güvenli havasını, günlük gibi tutmayı, geriye dönük bir şeyleri buradan bulmayı çok seviyorum. Sizi de çok seviyorum. Yazı dolu nice yıllara. 







Anneler Günü



Bir varmış bir yokmuş hayat, ne kadar çok öpersek, sarılırsak yanımıza kâr. 

Bütün annelerin anneler günü kutlu olsun demeyeceğim, anneliği yüreğinde hisseden, çocukları seven ve onların hayatlarına güzel dokunuşlar yapan bütün kadınların anneler günü kutlu olsun . Doğurmak anne olmak demek değildir. O bambaşka bir şey, karnında taşı taşıma harika anne olabilirsin .

Dolu Dolu Bir Gün


Sabah altı buçukta kalkıp evimi toparlayıp kahvaltı hazırlayarak başladım güne. Bozuk fırınım bugün çalışmaya karar vererek beni ters köşeye yatırdığından pizzayı tamamıyla yanmadan iki dakika önce kurtarmayı başardım. Canım teyzem ve kuzenim, annemle kahvaltıya geldiler.

Kahvaltı sonrası teyzemle pazara gittik. Oradan onları Nautilus 'a kadar eşlik edip günün diğer programına doğru yola çıktım.

Sevgili  Evde Yazar bana Şehir Tiyatrosu'nun 38. Genç Günler programını yollayınca ben de üç tiyatro oyununa bilet almıştım. Biletler bedavaydı ama yer numarası veriliyor olmasını sevdim. Erken haberim olunca biletler bitmeden yetiştim ama anladığım kadarıyla kapıya gelen herkesleri de alıyorlarmış. 



Şafakta Buluş Benimle'ye Evde Yazar 'la birlikte gittik. Uzun zamandır izlediğim en güzel oyunlardan biriydi diyebilirim. İkimiz de çok sevdik. Konu, işlenişi, kurgusu, oyuncular, müzik, ışık, dekor, hepsi mükemmeldi.
 

Oyunun ardından benim hiç bilmediğim ama Evde Yazar'ın oyunlarını izleyip hayran olduğu Ahmet Sami Özbudak 'ın Yazarlık Atölyesi 'ne geçtik. Gerçekten çok eğlenceli , renkli ve ufuk açıcı atölyeydi. 


Çıkışta karşılıklı çayımızı içip sohbet ederek geçirdiğimiz zaman da başka güzeldi. 


Blog arkadaşlarım bana ne güzel şeyler katıyorlar yav, iyi ki blog açmışım :) 

Kırk perşembeyi bir günde yaşadığımdan aklımı toplayıp daha uzun yazamıyorum ve fakat gün bitmeden bu kadar da olsa paylaşmak istedim. 

Hepinize iyi geceler anacım, yarın da bol atraksyonlu bi gün beni bekliyor :D

İşaret

Bugün arkadaşımın ,kardeşiyle birlikte, annesinin evini toparlamasına yardıma gittim. Temizliğe yardımcı geliyordu zaten ben onların yanında olmak istedim. 

Apartmandan girdiğimizde ikisi de çok hüzünlüydüler haliyle. Birisi annesini görememenin acısındaydı diğeri de görmüş olmanın. Kapıya geldik, anahtarla kapıyı açamadık. O gün çilingir sadece kapıyı açtı sanıyoruz , meğer kilit de değişmiş. Şansımıza çilingire kilit parası ödenmediğinden olsa gerek kapıya kartını sıkıştırmış. Oradan arayıp tekrar çağırdık. Yine kapıyı açmayıp kiliti kırdı. Zira kapı kilitleyip çıkılmış olayın şokuyla, anahtarlar da kim bilir nerede.

Bu hengâmede o kapıda yarım saat bekleyip, çözüme odaklanırken üzüntüleri dağıldı. Hayattaki zorluklar gerçekten de bizim belki farkında bile olmadığımız yaralarımızı sarmak için geliyor diye düşünüyorum bu aralar sık sık.

Kâh ağlayıp kâh gülüp o en zor işleri yaparken ev korku evi olmaktan çıkıp yuvaya dönüştü yeniden.

Akşam temizliğe yardım eden hanımla çıkıp ona yolu göstereyim dedim ama bir yandan da aklım arkadaşlarımda kaldı. Yola çıktık. Beş dakika sonra bizimkiler aradılar telefonumu unutmuşum. Artık ona yolu tarif edip geri döndüm telefonu almaya. Bir yanım belki yalnız kalmak isterler diyor, diğer yanım kararsız. Telefonumu alıp yeniden kapıya çıktım, bu sefer de kulaklığımı bulamıyorum. Beş dakika kulaklık arandım. Yok. Arayıp sordum, biraz bakınıp buldular. İkinci defa  geri döndüğümde " Yok kızlar " dedim, benim sizi bırakmam istenmiyor, siz gidene kadar buradayım.

Birlikte çamaşır makinası bitene kadar havadan sudan konuşup, instagramdı, değişik danslardı, tütsülerdi derken tüm işleri bitirdik ve çıktık.  

Ya ben gitmek istemedim, dönüp durdum, ya da başka birşeyler beni engelledi. Kim bilir.

Hayat

Aklımda bin bir düşünce , yapılacak işler listesi, hormon savurmaları falan derken cortlamadan bu haftayı bitirmeyi marifet saymaktayım. 


Zaten kafamda dönen bin tilki varken annemin buzdolabının bozulması ile heh dedim bi sen eksiktin.


Diyeceksin ki yeni buzdolabı almakta ne var ? Şu var ki annemin buzdolabı küçük, yeri de küçük, geçen senelerde iyice eskidiğinden yenilemek istemiştik ama bulamamıştık o boyutta. Büyüklere de sığdırmak için üstteki bütün dolaplarının sökülmesi yeniden yapılması falan gerekiyor. Ve bilin bakalım kim hazır düzeninin değişmesinden hiç hoşlanmıyor :D Neyse mucizevi bir şekilde, bir markanın anneminkine benzer, bir tık daha küçüğü ,buzdolabı bulduk bu sefer. Eskisi tamamıyla durmadan yenilenmeyi başardı.


Bu sabah hiçbir iş yapmayacağım çok sıkıldım diyerek kalktım.  Yürüyüşten dönüşte çocuklara kahvaltıyı siz hazırlayın diye şımarıklık da yaptım. Sonrasında işlere nasıl başladım hiçbir fikrim yok. Üç gece bizde kalan Metehan'ın bir arkadaşı vardı, salonda duran yatak takımlarını kaldırayım diye başladım, onu makineye at, kendi çarşaflarımı değiştir, bakayım ütü çalışıyor mu, hazır ütü çalışıyorken şu ütüleri yap kaldır derken öğlen oldu. O arada servisten arayıp buzdolabının geleceği söylenince anneme geçtim. Gelen dolabı sildik temizledik. Annemden dönünce ütülediklerimi yerleştirdim. Bilgehan bulaşık makinesini boşalttı. Metehan da yağmur yağdığı için balkonda oturan çamaşırları oradan toplayıp içeri alıp içeri doğru sermişti neyse ki. 



Akşam yemek derdim yoktu çünkü 3 gündür kalan yemeklerim vardı hepsini ısıttım. Artıkları mı yiyeceğiz diyorlar. Ne artığı, bakın sizi açık büfe yaptım dedim her şeyden var, otelde olsa dibiniz düşer:D

Ama yemekten sonra mutfaktan kaçtığım  için şimdi orada tonlarca tencere benim onları yıkamamı bekliyor . 

Ben bulaşık yıkamak yerine biraz dans çalıştım tabi . Bir haftadır hiç dans etmemişim. Sonra da diyorum ki ne için moralim bozuk. İyi geldi dans. 

Şimdi gidip biraz daha sudoku çözeceğim. Bu kadar iş yeter. Hepinize iyi geceler. 

Kitap Salı 2024 /3

Kesinlikle Dostoyevski insanı değilim arkadaşlar. Hangi kitabını elime alsam bitiremeden bıraktım. Bu kitabı da bitireceğim diye çatladım. İçime darallar geldi. Neyse başardım.

Yeraltından Notlar/ Dostoyevski 


Kitabın ikinci yarısı neyse ki daha akıcıydı ama ben kahramandan o kadar nefret ettim ki ...

#Ahmak olmasını ahmaktır ;bunun aksini iddia edecek değilim, fakat normal adamın ahmak olması gerekmediği ne malum?

#Umutsuzluk en yakıcı zevktir ,özellikle de içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan.

#Acı çeken kimse inlemekten zevk alır, almasa inlemesini pekala tutardı.

#Bütün samimi insanlar ve işinde gücünde olanlar, ahmak, dar kafalı oldukları için faal kimselerdir. Nasıl açıklamalı? Bakın şöyle: Bu çeşit insanlar, akılları kıt olduğu için herhangi bir konuda ana sebepleri araştırmadan hemen el altındaki ikinci derece sebeplere bağlanıverir ve doğru hareket ettiklerinden emin oldukları için rahatlarlar ; en önemlisi de budur zaten.

#Dünya kurulalı bere insanların yalnız kişisel çıkarlarını düşünerek hareket ettikleri görülmüş müdür? Peki, göz göre göre , gerçek çıkarının nerede olduğunu bildiği halde bunu umursamadan, hiç kimsenin ve hiçbir şeyin onları zorlamadığı başka, tehlikeli bir yolu tutan ve kaderin kendilerine çizdiği yoldan yürümek varken, kasten yapar gibi yeni, çetin, saçma, karmakarışık bir yol keşfetmekte inat eden insanların oluşturduğu milyonlarca örneğe ne demeli?

#Çevrenize bakın bir kere : kan gövdeyi götürüyor, hem de keyifli keyifli , şampanya gibi akıyor. ... Medeniyet neyimizi yumuşatmış ?

#Hür iradesi, arzusu olmayan, istemeyi bilmeyen insanın org silindiri üzerindeki civatadan ne farkı vardır ki?

#Esasen tabiatın hiçbir zaman, hiçbir durumda bize tabi olmadığını, onu hayalimizde kurduğumuz gibi değil, gerçekte olduğu gibi kabul etmemiz gerektiğini asla akıldan çıkarmamalıyız.

#İnsan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek istemez; bu hal hiç şüphesiz gülünçtür. Şu halde insan daha doğuştan gülünç bir yaratıktır, işin hoş tarafı da budur zaten.

#Bakın ,yağmur yağarken saray yerine bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için belki kümese girerim. Fakat kümes beni yağmurdan korudu diye, şükran borcumu ödemek için kümese saray gözüyle bakamam. Bana gülecek, hatta böyle bir durumda sarayla kümes arasında fark olmadığını söyleyeceksiniz. Evet, hayatta tek gayemiz ıslanmamak olsaydı, dediğiniz doğruydu diye cevap veririm ben de .

#Her şey çabucak alışırdım zaten, daha doğrusu uysallaşır, bile bile her şeye katlanırdım.

#Zaten okulumuza gelenlerin yüz ifadeleri kendiliğinden değişiyor, manasızlaşıyordu. Bakmaya kıyamayacağınız çocuklar birkaç yıl içinde bize benziyor, son derece sevimsiz hale geliyorlardı. 

Okuduğum diğer kitap da 

Bir İdam Mahkûmunun Son Günü/ Victor Hugo 


Kitabın neredeyse yarısı önsözlerle geçiyordu. Kensisine ulaşana kadar bayağı uğraştım :)

İnsanı çok etkileyen, idam cezasını düşünmeye sevkeden, yazarın çok sevdiğim akıcı diliyle bir su gibi akıp giderken bütün ortamı bize yaşatan bir kitaptı. 


+Ölüm kararı verilene kadar, soluk aldığımı, hareket ettiğimi, diğer insanlarla aynı ortamda yaşadığımı hissetmiştim; şimdi Dünya ile benim aramda bir sınır olduğunu kesin bir şekilde kavrıyordum. Hiçbir şey bana önceki gibi görünmüyordu. Bu ışıklı geniş pencereler, bu güzel Güneş, bu mavi gökyüzü, bu güzel çiçek artık bir kefenin rengi gibi beyaz ve solgundu.

+İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar. O halde durumumda nasıl bir değişiklik oldu ki?

+Hapishane yarısı eve, yarısı insana benzeyen korkunç, kusursuz ve yekpare bir varlık. Onun tutsağıyım; beni kuşatıyor, beni bütün kıvrımlarıyla sıkı sıkı sarıyor; beni granit duvarlarının içine kapatıyor, beni kilit altında tutuyor ve beni zindancının gözleri ile gözetliyor.

+Hiç konuşmuyorsun, kederli bir halin var, dedi annem. Oysa yüreğimde cenneti taşıyordum.

Bu iki kitap dışında bir de Aziz Nesin 'in Tatlı Betüş'ünü okumaya başladım.


Okuma şenliklerinden birisinde okurum diye annemden almışım, senelerdir bende. Kütüphanede kendi kitaplarımın arasına koymuşum. Annem her geldiğinde onu görüp bu benim kitabımdı diyor :D Okuyup da geri vereyim bari diye başladım :D

Klasik Aziz Nesin kitabı olarak ülkemden çeşit çeşit insan maceralarıyla herkese dokundurmuş. Şöyle akıcı, anlatmak istediğini dolandırıp gevelemeden anlatan yazarlar favorim zaten.

Kitabın konusu, Mısır'da ölen büyük amcadan kalan mirası alabilmek için halasını aramakta olan bir gencin halasını çeşit çeşit isimlerle tanıyan erkeklerden aldığı bilgilerle onu bulmaya çalışması. Belediye çalışanından, gümrük memuruna, mirasyediden, pavyon çalıştırana memleketimden insan manzaraları öyle gerçek ki :D


*Çok hassastım o zamanlar, yine de hassasımdır ya... Yan yana hiç göründüğüm gibi değilimdir. Yolda giderken dilenen bir çocuk görsen, hiç dayanamam ,görmemek için ya başımı çeviririm ,ya yolumu değiştiririm ...

*Kaçakçılarla anlaşmaya da fırsat bulamadığımızda, biz gümrükçü olarak, maalesef, arayıp bulup kaçak eşyaya el koymak zorundaydık. 

İşte son günlerde okuduklarım bu kadar. Şu kitabı bitireyim de rafta durmadığı için annemin görmediği diğer kitaplarını da bitirip vereyim anneme :)




 



Karışık Duygular

Evvelsi gün annemle anne kız kaçamak yaptık.

Annemin çok sevdiği babamın bir öğrencisinin kızı ve oğlunun konseri vardı. Yeldeğirmeni Mahallesi'nde konserin olacağını öğrendiğimde hemen bilet almıştım ki annemle hem konseri izleyelim hem de uzun zamandır görmediği Emine Abla'yı görsün.

Tabii ki anneciğim ikna etmek pek kolay olmadı ama neyse ki kızına kıyamıyor:)

Akşama kadar vakit geçsin diye önce biz de güzel bir kahvaltı yaptık. Duş aldık evi toparladık falan derken akşam oldu. Kadıköy'e gidip kuaförde şeklimizi şemalimizi düzelttirdik.


Bir lokantada oturup karnımızı doyurduk. Oradan da konsere geçtik. 

Bütün bir süre boyunca içimde bir hüzün vardı. Zira dün sabah kız kardeşim gibi yakın gördüğüm bir arkadaşımın annesinin vefat haberini almıştım. Daha geçen bayramda iki kız kardeş yurt dışında tatilde oldukları için kendini yalnız hissetmesin diye iki günde bir arayıp Suna Teyze ile konuşmuştum. 30 yıldır tanıyordum.  Arkadaşım yurt dışında yaşadığından bu vefat onu daha da sarstı. Bu herkesin korkulu rüyası değil midir zaten. Birkaç gündür de annesiyle konuşmamış. 

Haberi aldığımda Metehan yanımdan geçiyordu ona çağırdım ve sarıldım. Durumu anlattıktan sonra ilk söylediğim şey "Oğlum sen uzaklardayken başıma bir şey gelirse sakın kendini kötü hissetme çünkü ben ne kadar sevildiğimi çok iyi biliyorum" oldu. 

Hayat böyle bir şey. Birisinden her ayrıldığında bunun son ayrılık olduğunu düşünebilmek gerekiyor belki ama , bir taraftan da sürekli karşındakine ölecekmiş gibi davranmak da psikolojik açıları hiç normal ve iyi bir şey değil. Benim en dikkat etmeye çalıştığım şey birisinden ayrılırken kırgın ve sinir olmamak. Onun için benim ne kadar tepemin tasını attırmış veya aşırı derecede cinlerimi tepeye çıkartmış bile onun için benim ne kadar tepemin tasını attırmış bile olsalar bizimkileri muhakkak ki evden öperek yolcu ederim, arkalarından el sallarım:)

İşte böyle karman çorman duygular. Az önce de sevgili pilates hocanın babasının vefat ettiği haberini aldım. Benim yaşlarımda olmalı. Son zamanlarda çok hasta olduğu belliydi o babasını yolcu edebildi. Hangi yaşta nasıl olursa olsun her ölümün üzücü yanı var. Bir taraftan da hepsinde teselli bulabileceğimiz bir şey olabiliyor.


Hayat akıp gidiyor. Hepimize ne kadar çok anı doldurabilirsek yanımıza kâr.


23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun


Dün marmarayda bu süslemeleri gördüm çok hoşuma gitti. İçerisi çok kalabalıktı, çekemedim ama bayrakların altında Ali asansörde zıplama gibi cümleler yazıyor :)


Bizim sitede hazırlıklar tamam :)


Sabah annemle yürüyüşe gitmek yerine mahalledeki bir ilkokula gidip törenlerini izledik. Bayram çocuklarının kıyafetleri içinde mutlulukla koşturmalarıni izlemek en güzeliydi.

Bu uzun zamandır en keyifle kutladığım bayram. Belki bir gün meclisimiz de meclis haline döner de yüreğimdeki minik sızı da sonlanır.